Berlin

16 Mart 2010 · Zehra Arslan

Bu şehre gitmeden önce gözünüm önündeki tek sahne Berlin’in ortasından geçen ve aynı şehri aynı insanları aynı aileleri de ortadan ikiye bölen duvardı. Bu duvarın yıkılışını tüm dünya ile birlikte 1989 yılında televizyonlardan seyretmiştim. Benim Berlin ziyaretimde duvarın yıkılışından 3 yıl sonrasına rastladı. Tabiki ilk görmek isteyeceğim yer duvarın kalıntılarının yer aldığı Potsdamer Meydanı oldu. Duvarın eskiden bulunduğu yere gelince hiç bir şey bilmeyen biri bile iki taraf arasındaki farkı hemen fark eder. Bir tarafta blok halinde uzanıp giden binalar ve Lada tarzı küçük gösterişsiz araçlar, diğer tarafta bahçe içinde inşa edilmiş güzel evler ve lüks arabalar. Belli ki bir tarafta para var bir tarafta yok. Duvarın açılmasıyla batı Berlin’de yaşayan insanlar ilk anlarda mutsuzluklarını dile getirmişlerdi zaten. Doğu Berlin’liler daha ucuza çalışmaya razı olduklarından bazı Batı Berlin’liler işlerini kaybetme tehditi ile karşı karşıya kaldılar. Orada ucuz iş gücü olarak, Türklerin, Bulgarların, Polonyalı ve İtalyanların da olduğunu düşünürsek korkmakta biraz haklı olduklarını görülüyor ama sebep ne olursa olsun insanların bir duvarın ardına hapsedilmiş olması kabul edilir bir şey değil.

Duvarın kalıntılarının hala görüldüğü hat boyunca yürüyünce tüylerinizi diken diken edecek mezarlarla karşılaşıyorsunuz. Her birinin üzerinde ölüm ve doğum tarihleri yazılı, çoğu çok genç, bölge duvarı aşmaya çalışırken nehirde boğularak veya vurularak ölmüş olan insanlara ait mezarlarla dolu, bu insanların sayıları 200’e kadar dayanıyor. Canlı bedenleri Berlin’in öbür yakasına geçemesede cesetleri sonsuza kadar Batı Berlin’de kalacak. Doğu Berlin’liler bu mezarların yanından hergün yürüyerek rahatça geçip gidiyorlar, bugün bu insanların bir hiç uğruna öldüğünü görmek çok üzücü. Duvarın her iki yanında kocaman bir alan boş duruyor yani Potsdam’a geldiğinizde kendinizi çok kocaman bir alanda buluyorsunuz. Bu büyük alan hem doğu ile batının ortasında hemde Berlin’in gece hayatının merkezi. Burası 1920 ile 1930 arasında bir hayli gelişerek Avrupa’nın en işlek trafik noktalarından biri haline gelmiş. Bugün Berlin’de en çok gidilen ve en çok bilinen buluşma noktası. Oysaki duvarın örülü olduğu günlerde burası tam bir terk edilmiş bölgeydi. Hatta daha önceden Berlin’i baştan sona geçen metro hattı bu sınırda seferleri durdurmuş ve buradaki istasyonlar hayalet istasyon haline gelmişti.

Bu büyük alanda yürümeye başladığınızda bu üzücü manzaraların biraz dışına çıkınca görebileceğiniz yerlerden biri Brandenburg Kapısı. Bu kapı Berlin’in sembolü haline gelmiş durumda. Yapıldığı dönemlerden kalan tek kapı. 1788 yılında Kral Frederick William tarafından inşası başlatılmış ve barış amaçlı Carl Gotthard Langhans’a inşa ettirilmiş. Bugün ünü Berlin’le sınırlı kalmayıp Avrupa’da en çok akla gelen görüntü olmuş. Bu bölgenin ve Yahudilerin kaderi Frederick William zamanında şekillenmiş. Krallığını büyütüp ekonomik açıdan güçlü kılmak adına bölgeye, 1640 ile 1688 yılları arasında geniş sayıda, Yahudi, Avusturya’lı ve Fransızlardan oluşan mülteciler getirtmiş. Bugün hala Berlin’in bazı yerleşim bölgelerinde Fransızca konuşulmakta, Avusturya’lıların Almanlara çok yakın olduğu bilinen bir gerçek, Yahudilere gelince malum bugün bile hala Almanya’da çekinerek yaşıyorlar.

Berlin manzarasını yukarıdan görmek için Alexander meydanındaki televizyon kulesine çıkıp Berlin’in en yüksek yerinden kuşbakışı gözlem yapabilirsiniz. Bu bina 1965 ile 1969 yılları arasında inşa edilmiş. Orjinal yüksekliği 365 metre iken 1990 yılında tepesine eklenen anten ile 368 metre yüksekliğe ulaşmış. Kulenin yuvarlak kısmında dönen bir restaurant var yerden yüksekliği 204 metre ve açık havalarda 42 km’lik bir görüş mesafesine sahip.

Berlin’in en meşhur yerlerinden biride soğuk savaş dönemlerinde doğu ile batı arasındaki kontrol noktası olan Charlie Kontrol Noktası. Burada girişi 12,50 € olan bir de müze var. Fakat müzenin içinde çoğunlukla duvarlara asılmış okunacak bilgiler ve fotoğraflar asılı. Dışarıda ise 1 € vererek buradaki güvenlikçilerle fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Fakat dikkat edin ortada dolaşan sahte güvenlikçiler 1 € dan fazla para istiyorlar.
Berlin Katedrali güzel Berlin manzarası veren bir başka mekan eğer 270 basamak çıkmayı göze alıyorsanız tepeye tırmanıp bu manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Bu katedralde belkide hayatınızda görebileceğiniz en büyük kilise orgunu göreceksiniz. Her yıl Ekim ayında festival zamanları bu katedral oldukça güzel süsleniyor ve şehrin en güzel görünen binası haline geliyor.
Bu ülkede en çok haksızlığa uğramış insanlar adına yapılmış bir Yahudi müzesi var. Bu müzede Almanya’da yaşayan Yahudi’lerin nasıl yaşadıkları anlatılıyor. Müzeyi dolaşırken o günleri yaşıyor gibi oluyorsunuz. Ayrıca müze yapı olarak ilginç bir mimaride inşa edilmiş. Yahudi’lere ait bir çok şeyin bir arada bulunduğu yerde birde Yeni Sinagog denen bir yapı var. Sinagog inşatı 1866 yılında tamamlanmış. 1943 yılında bir seri bombalama ile oldukça hasar görmüş ancak 1990 yılında onarılmış. Bu sinagog ünlü bir kubbeye sahip. Buraya gitmişken görmek isteyebileceğiniz ve yürüme mesafesinde eski Yahudi mezarlığı yer alıyor.

Berlin’de görmekten en çok üzüntü duyduğum yer Bergama Müzesi oldu. Burada her bir taşın arkası tek tek numaralanmak sureti ile yıllarca Türkiye’den valizlerde taşınıp tamamı burada yeniden inşa edilmiş Zeus Altarı var. Altarı içine alacak devasa bir bina inşa edilmiş ve altar binanın içine yerleştirilmiş. Orjinal hali olduğu gibi korunan altarın merdivenlerinden yukarı çıkıp içini gezebiliyorsunuz. Bizim ülkemizde de bugün yapının olması gereken yere yani İzmir-Bergama’ya gittiğinizde temel taşlarının sadece izini görebiliyorsunuz. Helenistik dönem mimarisinin en güzel örneği olan bu sunağı, benim gibi içiniz acıyarak da olsa mutlaka ama mutlaka görmelisiniz. Ne kaybettiğimizi anlamak için bunu yapmalısınız.

Vaktiniz varsa kısaca isimlerini yazıp geçeceğim aşağıdaki yerleride araştırıp ilginizi çekerse görmek isteyebilirsiniz. Eğer yeşili seviyorsanız Tiergarten Berlin’in en büyük yeşil alanı, Berlin Hayvanat Bahçesi, Alman Teknoloji Müzesi, Kallwitz Meydanı ve Legoland görülebilir.

Konaklamaya gelince, herhalde hepimizin Almancı diye tabir ettiğimiz bir tanıdığı veya akrabası vardır bu ülkede, ha ama Berlin’de yok diyorsanız o zaman bakalım nerede kalınabilir. Almanya öyle ilginç bir yer olmuşki kendinizi zaman zaman Türkiye’de gibi hissediyorsunuz. Ben uçaktan ilk indiğimde valizim benden büyük olduğu için yürüyen merdivenlerden aşağı düşürdüm, biri valizi yakaladı kendisine ingilizce teşekkür ettim bana Türkçe birşey değil dedi. Bir başka olayda telefon kulübesi önünde başıma geldi. Tam telefon açacakken bozuk paramın olmadığını gördüm o anda kendi kendime hay allah dedim ve yanımdan geçen bir bayan bunu duyup kerdeşim telefon için ben sana bozuk para vereyim dedi. Kendisine karşılığında kağıt para vermeyi teklif ettiğimde olurmu öyle şey burada hepimiz gurbetteyiz dedi. İtiraf edeyim gözlerim yaşardı bu hareket karşısında. İşte Türk insanı dedim. Alman bir kaç arkadaşımla yemeğe çıkıp hesabı ben ödediğimde bana neden ödediğimi soran bu insanların yaşadığı ülkede bu hareketi görmek çok hoş doğrusu. Nerede kalabilirize bakıyorduk burada geceliği 6 € ya bile kalacak yer bulmak mümkün. Ben size yine iki kişilik odaları olan hostelleri tavsiye edeceğim. Bunun için Hostel Bookers ve Berlin Hostels sayfalarını ziyaret ederseniz kesenize uygun birşeyler bulacağınızdan eminim.

Berlin

Bu şehre gitmeden önce gözünüm önündeki tek sahne Berlin’in ortasından geçen ve aynı şehri aynı insanları…

azgezmis.com

Yorumlar

  • Gitmeyi Planladığımı söyliyebilirim !

Yorumunuz?